Futbolda Özgüven ve Motivasyon
Futbolda Özgüven ve Motivasyon
Özgüven ve motivasyon, günlük hayatımızda
olduğu gibi, futbolda da çok sık kullanılan bir terimlerdir ve bu yüzden pek
çok kişi özgüven ve motivasyonun, futbolun keyfine varmada ve performansında
çok önemli etmenler olduğunu vurgular. Öyleyse, özgüven ve motivasyon nedir?
Bunları nasıl geliştirebiliriz? Aşağıda bu soruların cevaplarını açıklamaya
çalışacağız.
Yazan: Yrd. Doç.
Dr. Mehmet Özçağlayan
İnsan ilişkileri içinde güven duygusu çok
önemli bir yer tutar. Elbette bu, iletişim süreçleri için de geçerlidir.
Güvenmediğimiz bir insanla aramızda sağlıklı bir sosyal ilişki, sıcak bir
yakınlık; etkili, açık ve dürüst bir iletişim geliştiremeyiz.
Öyleyse güven nedir? Güveni en basit anlamıyla,
“korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma
ve bağlanma duygusu” olarak açıklayabiliriz. Bu tanımı, insanın insanla
etkileşimi açısından değerlendirirsek, bunun güven duygusunun sadece bir yanını
oluşturduğunu anlayabiliriz: Başkalarına karşı güven duymayı… Hâlbuki insan
ilişkileri ve iletişiminde kurulacak güven duygusu karşılıklıdır. Bu yüzden, konuya
bir de başkalarının bize bakış açısıyla bakarsak, aynı güven duygusunu bizim de
onlara vermemiz gerektiğini görebiliriz. Peki, bunu nasıl başaracağız?
Öncelikle kendimize güvenerek... Çünkü kendine güvenemeyen insan başkalarına da
güvenemez ve dolayısıyla başkaları üzerinde bir güven duygusu yaratamaz.
Hayatın her alanında olduğu gibi futbolun
gerektirdiği her türlü ilişki ve iletişim süreçleri içinde de karşılıklı bir güven
duygusu geliştiremezsek, o takımın tüm
bileşenleri, takımda yer alan bireyler kendisini rahat hissedemez ve bu da bizi,
içinde yer aldığımız takımın bir parçası olmaktan, takım ruhundan uzaklaştırır. Öyleyse takımda, takımı oluşturan tüm oyuncular
ve ekibimiz arasında da bir güven yaratmamız, buna da önce kendimizden
başlamamız gerekecektir: kendimize güven duymak, kendimize inanmak; kısacası, Özgüven duygusunu geliştirmek...
Özgüven
Özgüven, kendini ve sınırlarını bilerek cesaretle,
korku duymadan karar alabilme ve harekete geçebilme duygusuna, inancına sahip
olmak demektir.
Bunu iyi anlayabilmek için biraz daha açalım:
Hepimiz güne başlarken ve gün içinde zaman
zaman aynadaki görüntümüze bakarız. Bazı zamanlarda aynada gördüğümüz insanı
çok beğenir, ona bakmaktan mutlu oluruz. Bazı zamanlarda ise aynada gördüğümüz
insanı beğenmeyiz, onu kendine güvensiz, korkak, çekingen ya da başarısız
buluruz.
Aslında aynada her gün gördüğümüz aynı
insandır, ama içinde bulunduğumuz ruh haline göre, bizim ona bakış açımız ya da
onu algılayışımız farklılıklar gösterir. İnsanlar kendilerine güvendiği zamanlarda daha mutlu, kendileri ile barışık
ve pozitiftir. İşte, kendimize yönelik iyi duygular geliştirmemiz sonucu kendimizi
iyi hissetmemizi sağlayan bu şey de ÖZGÜVEN’dir.
Özgüven, bize yaşamla, karşılaştığımız
sorunlarla mücadele etme gücü, zorluklar karşısında yılmadan dayanma gücü veren
çok önemli bir kişilik özelliğidir.
Futbolda, kendine güven
genellikle pozitif davranışlara, kendimize ve futbol yeteneklerimize inanmamız
anlamına gelir. Bu, bize yapmamız önerilen davranışları ya da verilen görevleri
başarıyla yerine getirmemizi sağlayan bir inançtır. Bu anlamda kendine güven,
kendine yararlı olmak olarak da değerlendirilebilir ve aslında bu da belirli
bir süreç içinde üzerinde durularak, çalışarak öğrenilebilir ve
geliştirilebilir.
Hayatın birçok alanında olduğu
gibi futbolda da kendimizi geliştirebilmek ve amaçlarımıza ulaşabilmek için,
her şeyden önce kendimize güven duymalı,
kendimize inanmalı ve kendimizi önemli hissetmeliyiz. Olumsuz düşüncelerden
uzaklaşmalı; çevremizi, iletişim içinde olduğumuz kişiyi-kişileri iyi izlemeli
ve iyi dinlemeliyiz.
Bunun başladığı yer de kendi iç
iletişimimiz ve içsel motivasyonumuz olacaktır. Kendi gücümüze,
yeteneklerimize, sorumluluklarımıza sahip çıkarak kendimizle kuracağımız barışık bir iletişim, başkalarıyla iletişimimizi
de iyileştirecek, geliştirecektir. Çünkü içsel motivasyonun ön koşulu,
kendimize inanmak ve güvenmektir.
Motivasyon konusuna geçmeden önce
burada, kendimizle kuracağımız bu barışık iletişimi, yani “iç iletişimi” açmak
yararlı olacaktır.
İç
İletişim
Bir süreç olarak iletişim,
bireyin başka birey veya bireylerle kurduğu bir paylaşma eylemidir. Dolayısıyla
iletişim tek yönlü olmayıp, iki yönlü (etkileşimli) bir süreçtir. Bizler,
iletişim süreci içinde yalnızca başkalarından mesaj almaz, mesaj da göndeririz.
Böylece, bu mesaj alışverişi içinde karşılıklı olarak etkilenir ve değişime
uğrarız. Bu açıdan iletişim, kendimizi ve çevremizi değiştirmekte kullandığımız
bir araç olarak son derece önemli bir işlev görmektedir.
Bunun yanında kendi yaşam
deneyimlerimizden de bildiğimiz gibi, her
insanın kendi içinde, kendisiyle kurduğu çok özel bir iletişim süreci de vardır.
İletişim kurma yeteneğimizi, iletişim becerimizi geliştirme yolunda öncelikle
kendimizle iletişimi, yani bu öz kişisel iletişimi gerçekleştirebilmeliyiz. Bu,
bir tür iç ses geliştirip “kendimizle konuşmak, kendimizle ilgili
değerlendirmelerde bulunmak” demektir. Bu da, insanın kendini hiç kandırmadan olduğu
gibi görmekten, kendini dürüst ve gerçekçi bir şekilde değerlendirmesinden
geçer. Yani bir tür özeleştiriyi sürekli yapabilmek, (kendimizi geliştirme
anlamında) kendimizi incelemekten ve sorgulanmaktan vazgeçmemek...
İç İletişimi, kendimizi geliştirme, özgüven kazanma yönünde
değerlendirebilmek:
Kendimizle
iletişimde;
· Her konuda ve ortamda kendimizi haklı çıkarmaya çalışmamalı, olabildiğince
tarafsız ve nesnel (objektif) olmaya çalışmalıyız.
· Kendimizle barışık olmalı, kendi
gücümüzü ve sınırlılıklarımızı tanımayı amaçlamalıyız (güçlü ve güçsüz
yanlarımızı kendimizi kandırmadan anlamaya, tanımaya çalışmalıyız).
· Bunu yaparken de olumsuzluklarla karşılaştığımızda, “bak işte yine hata
yaptım, benden adam olmaz” karamsarlığına asla kapılmamalıyız. Umutsuzluğa
düşmeden, kendimizi “kötü, iflah olmaz” gibi nitelendirmelerle suçlamadan,
değişebileceğimiz, hatalarımızı düzeltebileceğimiz umudunu içimizde geliştirmeye
ve beslemeye çabalamalıyız.
· Ülkemizde insan ilişkileri içinde çokça karşılaştığımız “ya hep, ya hiç”
tarzında yaklaşımlardan uzak olmaya çalışmalıyız.
Elbette insan her şeyi tam ve mükemmel bir şekilde yapmaya çalışır, ama
bunun her durum ve zamanda istediğimiz şekilde gerçekleşmesini bekleyemeyiz. Hayata
“ya hep, ya hiç” mantığıyla bakan insan, bir işi tam olarak yapamadığında kendini
hemen “başarısız, beceriksiz bulur” veya tam olarak yapamayacağı korkusuyla
daha hiç denemeden onu yapmaktan vazgeçer. Kendini yetersiz ve güvensiz bulmaya
başlar, kendine ve hayata dair olumlu bir düşünce geliştirmekte zorlanır.
Oysaki birçok şeyi deneyerek, yaparak öğrenir ve kendimizi ancak bu şekilde geliştirebiliriz.
İç iletişimde dengeli olmak bu yüzden son derece önemlidir; iç iletişim, kendimize karşı dengeli ve adil olmamızı gerektirir. Kendimizle
kurduğumuz bu iç iletişim süreçlerinde, suçu hep kendimizde bulmamız, özgüvenimizi
ve motivasyonumuzu olumsuz etkileyecektir. Tersine, suçu hep başkalarında ve
kendimizin dışında aramamız da kendimize dair sağlıklı ve gerçekçi bir değerlendirme
yapmamızı engelleyecek, bizi “kendimizi kandırmaya” götürecektir.
Kendine güven, insanın kendisiyle ilgili olarak olumlu ama (kendini hiç
kandırmadan) gerçekçi bir tutum içinde olmasını gerektirir. Bunu yakalayabilen
insan, kendini doğru bir şekilde değerlendirmeyi, kendini olduğu gibi kabul
etmeyi, hatalarını görüp onları olumlu yönde değiştirmeyi kolaylıkla başarır ve
ardından “hayatım benim denetimimde” duygusuna erişir. İşte özgüvenin başladığı
nokta da tam burasıdır.
Bu noktadan
sonra, kişi kendi iyi yanlarını görebilmeyi, yapabildikleriyle kendini takdir
etmeyi, yapamadıklarına da kendi sınırlarını bilme anlamında bakabilmeyi
öğrenir. Beraberinde, yapamadıklarını daha çok çalışarak başarabileceğine dair
bir güven ve inanç geliştirebilir. Bu inancı da kendisiyle dürüstçe kurduğu iç
iletişimle geliştirmeyi öğrenir. Kendi içindeki bu “ses”, insanın kendini
nerede frenleyeceği veya harekete geçirebileceği noktasında en önemli yardımcısı
olmaya başlar. Çünkü kendini doğru değerlendirerek geliştirdiği bu “iç ses”,
insanı özellikle zor durumlarda, kendisi için en doğru olana yönlendirecektir.
Burada
elbette başkalarının ne söylediğini dinlemek de önemlidir. Ama onların bize
söylediklerinin hepsini doğrudan kabul etmek yerine, kendi düşünce
süzgecimizden geçirmeyi de becerebilmek gerekir. Çünkü sosyal hayatın içinde hiçbir
konuda tek ve mutlak bir doğru yoktur. Doğrular yere ve zamana, içinde yaşadığımız
toplumun ve o toplumu oluşturan bireylerin hayata bakışına, algılarına,
alışkanlıklarına ve yaşam tarzlarına göre değişebilir.
Kendini
olumlu ve olumsuz tüm yanlarıyla gerçekçi bir şekilde görüp değerlendirebilen
insan, (elbette başkalarının söylediklerini de dinleyip, kendi için doğru
olanları yaşamına aktarmakla birlikte) kendi içinde geliştirdiği bu olumlu “iç
sese” kulak vermeyi, bu sese güvenmeyi de öğrenir. Hata
yaparım korkusundan uzaklaşıp, deneyerek/yaparak öğrenmeye yönelir. Risk olsa
bile harekete geçmekten çekinmez. Çünkü bütün bunları yeni bir şeyler öğrenme
fırsatı olarak görür. Fırsatlar da kendini buna hazırlayan insanlara gelir. İşte,
motivasyonun başladığı yer de burası olmaktadır.
Motivasyon
Ülkemizde özellikle genç futbolcu gelişiminde
yapılan önemli hatalardan biri de motivasyonu hep dışarıdan insanlara
kazandırılabilen bir dürtü olarak değerlendirmek olmaktadır. Baştan beri
anlatılanları değerlendirdiğimizde, aslında Bu konuda her şeyin başladığı yerin,
insan ve insanın iç dünyası olduğu; motivasyonun da insanın kendisiyle kuracağı
pozitif bir iç iletişimden, kendine duyduğu güven ve inançtan geçtiği
görülecektir. Sporda, özellikle futbolda dış motivasyon elbette önemlidir; ama
hep yapıla geldiği gibi, “haydi aslanım, haydi koçum, sen bunu yaparsın”
demekle oyuncularımızı her durum ve zamanda motive edebileceğimizi düşünmek
gerçekçi olmayacaktır. Burada oyuncularımızda esas geliştirilmesi gereken içsel motivasyon olmalıdır. Daha önce
de değindiğimiz gibi, içsel motivasyonun ön koşulu, kendimize
inanmak ve güvenmektir. Yani, özgüven geliştirebilmek…
Buraya
kadar anlatılanlardan yola çıkarak ve futbolun içindeki gelişim süreçlerini de
düşünerek özgüven ve motivasyonu şimdi daha iyi değerlendirebiliriz:
Özgüven,
kendimizi doğru bir şekilde değerlendirmemiz ve yeteneklerimizi geliştirerek,
arzularımızı gerçekleştirebileceğimiz, hedeflerimize ulaşacağımız konusunda
kendimize güvenmemizdir.
Bunun iki aşaması vardır: İlk
aşaması zihinseldir ve nereye gideceğimizi önce kafamızda, aklımızda
oluşturmamızdır. İkinci aşaması, gideceğimiz yere ulaşmak için harekete
geçmektir. İşte bu yüzden, hemen “haydi
aslanım, haydi koçum, sen bunu yaparsın” yaklaşımını (dışsal motivasyon) kullanmak
yerine, kişinin kendi içinde büyüteceği,
“kendini ateşleyeceği” bir içsel motivasyon geliştirebilmek, futbolun içindeki düşünce
ve eylemlerde başarının temellerini oluşturmaya yardımcı olacaktır.
Kendine güvenen insanlar, bazı
hedeflerine ulaşamasalar bile, bunun nedenlerini görebilen, kendini kabul
etmeyi ve olumlu düşünmeyi sürdürebilen insanlardır. Başarılı bir içsel
motivasyon için de enerjiye gereksinimimiz vardır. Kişinin harcaması gereken bu
“enerji”, vücudunun ve aklının ne durumda olduğuyla ilgilidir. Sözü edilen
enerji, kişilik özelliklerimizle de yakından ilgilidir.
Özgüven
motivasyonun temelidir
Özgüven kişiliğimizin en sağlam
kalelerinden biridir. Buraya kadar anlatılanlardan rahatlıkla çıkarabileceğimiz
bir sonuç da, özgüvenin motivasyonun temelini oluşturmasıdır. Biraz önce, “Özgüven,
kendimizi doğru bir şekilde değerlendirmemiz ve yeteneklerimizi geliştirerek, arzularımızı
gerçekleştirebileceğimiz, hedeflerimize ulaşacağımız konusunda kendimize
güvenmemizdir” demiştik. İşte burada esas görmemiz gereken de, hayatta ve
elbette futbolda, bizi bekleyen fırsatların sınırsız ve heyecan verici
olmasıdır. Bu heyecanı ve ateşi, içimizde yaratabilmek ve yaşatabilmek çok
önemlidir. Kendimizi nasıl gördüğümüz, kendimize inancımız ve bu inancımızı
başkalarına aktarabilme becerimiz, bu fırsatları nasıl değerlendireceğimizi de belirleyecektir.
Başarılı antrenör ve teknik direktörler de, bunu görmesini ve değerlendirmesini
bilenler arasından çıkacaktır.
Özgüven
kendini beğenmişlik değildir
Özgüven, içsel gücü açığa çıkaran
ve kişiye hareket cesareti veren bir duygudur ve bu da kendini bilmekle
ilişkilidir; yani, kişinin kendini alçakgönüllü bir şekilde değerlendirmesine
dayanır. “Kendini bilen” kişi nereye varabileceğini bilir ve bu yönde harekete
geçer. “Kendini ateşleyen” kişi, artılarını ve eksilerini bilir, eksilerini de
sürekli artıya dönüştürür. Risk olsa bile harekete geçmekten korkmaz, çünkü
eylemin bir öğrenme süreci olduğunu bilir. Futbolda
korkuyu unutalım; kendimize inanalım ve güvenelim, korku bizden uzak olsun.
Kendine güven, konsantre olmamıza
yardımcı olur: kendimizi güvende hissettiğimizde zihnimiz boşalır ve iyi
oynamak için ne gerekiyorsa ona konsantre oluruz. Bu bize pozitif duygular da
verir: kişi kendini güvende hissettiğinde, baskı altında daha sakin ve rahat
davranabilir, daha rahat oynar.
Özgüven oyuncuların oynama
stilini de değiştirebilir: Kendine güvenen oyuncular kazanmak için oynarlar;
riskler almaktan, harekete geçmekten çekinmez ve maçın kontrolünü ele
geçirirler. Güveni düşük olan oyuncular ise sadece kaybetmemek için oynarlar, hata
yapmak istemezler ve topla olduğunca az temas etmek isterler.
Kendine güven, oyuncunun eforunu
ve dayanma gücünü de tetiklemektedir: Kendine güvenen oyuncular daha fazla
performans göstermek ister. Ancak burada şuna da dikkat etmemiz gerekir: Özgüvenli
bir futbolcu olmak uygun bir performansı garantilemeyeceği gibi,
yetersizliklerin de üstesinden gelemez. Fakat özgüvenin bulunmaması durumunda,
optimal (en uygun) performansın yakalanması da neredeyse olanaksızdır.
Özgüven
ve motivasyon, insanın yaşamında olumlu eylemler yaratmasına yardımcı olur
Bizler de güvence beklemeden
eyleme geçmeli, yeteneklerimizi sonuna kadar kullanarak amaçlarımızı
gerçekleştirmeye çalışmalıyız. Başarısızlıklarımızdan yılmamalı,
başarısızlıklara ise eksiklerimizi görmek ve kendimizi hangi alanlarda
geliştirmemiz gerektiğini öğrenme amacıyla bakmalıyız. Böyle düşünmeyi
öğrenebilirsek, içimizdeki en iyiyi ortaya çıkarmanın da önünü açmış oluruz. Bu
yüzden, en iyiyi ortaya çıkarma konusunda umudumuzu ve olumlu düşünceleri her
zaman içimizde taşımalıyız.
Elbette tüm bunları, ülkemizde
futbolun gelişiminde çok önemli bir yere ve etkiye sahip olan değerli teknik
direktörlerimiz ve antrenörlerimizin de katılımı ve desteğiyle, kendimizi
gelişimlerine adadığımız genç futbolcularımıza da anlatabilmeli,
öğretebilmeliyiz.
Burada hatırlamamız gereken
önemli bir gerçek de, içsel gücü açığa çıkaran, bize hareket cesareti veren özgüvenin,
aslında öğrenilebilen ve geliştirilebilen bir duygu olmasıdır. Üzerinde
durarak, çalışarak bunu geliştirebiliriz. Her insan doğuştan gelen belirli yeteneklere
sahiptir ve bu yetenekleri beceriye dönüştürülebilir. Yetenek genel anlamda potansiyel bir güçtür; işlenirse açığa çıkar,
yani beceriye dönüşür. Günümüzde her yetenek altın değerindedir, yeter ki
işlensin, işlenebilsin. Bunun için gerekli olan da, zengin
uyarıcıların olduğu bir çevredir. Futbolumuza yeni yetenekler kazandırmak ve genç
futbolcularımızın gelişimi için bunu yaratacak olan da ülkemizdeki tüm futbol
ailesidir.
Kaynaklar:
1.
Genel İletişim. Editör: Uğur Demiray. Pegem A Yayıncılık, Ankara,
2003.
2.
Çocukta ve Ergende Özgüven (Ders Notları). Ziya Kuruç. TFF-Futbol
Gelişim Direktörlüğü. İstanbul, 2010.
3.
İletişim (Ders Notları). Mehmet Özçağlayan. TFF-Futbol Gelişim
Direktörlüğü. İstanbul, 2012.
0 comments: